Reklamı Geç
çetintaş ticaret
Tekirdağ
30 Nisan, 2024, Salı
  • DOLAR
    31.98
  • EURO
    34.67
  • ALTIN
    2225.8
  • BIST
    9111.5
  • BTC
    65855.908$

26 AĞUSTOS 1922; SABAH SAAT 05:30

25 Ağustos 2023, Cuma 11:17

Bugünkü yazıma kurtuluş savaşımızı en güzel anlatan şiir olan Halk şairi Nazım HİKMET in Kuvay-i Milliye destanı şiirinden bir alıntı yaparak başlamak istiyorum. Burada okuyuculardan bir ricam olacak: Alıntıladığım mısraları okurken tüyleriniz diken diken olmuyor, gözleriniz dolmuyorsa; kırılmam, gönül koymam, lütfen bu yazımı okumayın.

Dağlarda tek, tek, ateşler yanıyordu. Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki

Şayak kalpaklı adam, nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden

güzel, rahat günlere inanıyordu. Ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,

birdenbire beş adım sağında onu gördü. Paşalar onun arkasındaydılar.

O, saati sordu. Paşalar : «Üç,» dediler.

Sarışın bir kurda benziyordu. Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.

Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu.

Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak

ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak

Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı.

                                                                            Nazım Hikmet RAN

Kütahya - Eskişehir muharebeleri sonunda buralar Yunanlılar tarafından işgal edilince TBMM deki muhalifler ordunun savaşı kaybetmesi halinde ondan kurtulma hayalleri ile ATATÜRK ün ordunun başına geçmesini istediler. Ona gerçekten güvenenler de o kritik aşamada düşman ilerleyişini onun durdurabileceğini düşünerek bu kararı desteklediler. Atatürk, “olağanüstü yetkili başkomutan” olması şartıyla bu isteği kabul edeceğini söyledi. Tartışmalardan sonra meclis Atatürk’ü 5 Ağustos 1921’de olağanüstü yetkilerle başkomutanlığa getirdi. Türk ordusunun Eskişehir ve Kütahya Savaşları'ndan yeni çıkmış, yorgun ve donanımsız bir ordu olarak Yunan kuvvetlerine karşı gücü zayıflamıştı. Bu durumun farkında olan Başkomutan Atatürk askerlere hitaben “sathı müdafaa stratejisini”  açıkladı: “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla sulanmadıkça terk olunamaz. Onun için küçük büyük her birlik ilk durabildiği noktada yeniden düşmana cephe kurup savaşa devam eder…” Başkomutan, bu stratejiyi ordulara emir olarak da bildirdi. Bu moralle Fevzi Çakmak Paşa'nın bünyesinde bulunan Ordu 20 gün süren savaşın ardından yaklaşık olarak 6 bine yakın şehit olmak üzere 40 binde zaiyat vermesine rağmen Yunanlıları geri püskürtmeyi başarmıştır. Bu savaşın ardından Mustafa Kemal Paşa mareşallik rütbesine yükseldi ve gazi unvanını aldı.

Yunan ordusu çok ağır kayıplar verdiği muharebede 13 Eylül’de kentleri yakıp yıkarak geri çekilmeye başladı. Atatürk, bu topyekûn savaş stratejisiyle cephedeki ordu kadar cephe gerisindeki halkı da seferber etti. İstanbul’dan Anadolu’ya kaçırılan silah ve cephaneyi kadınlar kağnılarla cepheye taşıdılar. Başkomutan Atatürk, oldukça kısa sürede orduyu, meclisi ve milleti bir ölüm kalım savaşına hazırlamayı başardı. Bir ölüm kalım savaşı ancak Atatürk’ün ifadesiyle “topyekûn savaş” mantığıyla kazanılabilirdi. Atatürk, Nutuk’ta bu topyekûn savaş stratejisini şöyle açıklıyor: “Savaş ve çarpışma demek yalnız iki ordunun değil, iki milletin bütün varlıklarıyla, bütün mallarıyla, bütün maddi ve manevi güçleriyle karşılaşması ve birbiriyle vuruşması demektir. Bunun için bütün Türk milletini, cephedeki ordu kadar, düşüncesi ve duygusuyla ve fiili olarak savaşla ilgilendirmeliydim.”

İşte bu koşullarda Başkomutan Atatürk, Tekâlifi Milliye Emirlerini yayınladı. Buna göre bedeli sonradan ödenmek koşuluyla halkın elindeki yiyecek, giyecek maddelerinin yüzde 40’ı, öküz ve at arabalarının yüzde10’u, binek ve taşıt hayvanlarının yüzde 20’si, ayrıca her evden bir kat çamaşır, birer çift çorap, çarık istendi. Türk halkı başkomutanın çağrısına kayıtsız kalmadı, elinde avucunda ne varsa orduya verdi. İstanbul’dan Anadolu’ya silah, cephane, araç-gereç kaçırıldı. Sovyet Rusya’dan alınan silah ve cephaneler geldi ve cepheye ulaştırıldı. Ordunun mevcudu artırıldı.

Bütün bunlara rağmen cephede bir taarruz harekatı başlatılması için zaman henüz erkendi. Bu durum TBMM de sıkıntılı tartışmalara neden oldu. Savaş meydanında ordunun eksikleri önemli ölçüde giderilmiş, ancak başkumandanlık toplanan bu birikim uygun zaman olmadan kullanılmasını riskli bulduğu için uygun zaman ve zemin kolluyordu. Çünkü işler istendiği gibi gitmezse toplanan birikimin tüketilmesine neden olabilirdi. Gazi Mustafa Kemal Atatürk hem zaman kazanmak, emde büyük taarruz harekatını müttefiklerden gizlemek için şaşırtma amacıyla İçişleri bakanı Ali Fethi Okyar beyi Londra ya gönderdi. İngiltere ve diğer büyük devletlerin sorumlu ve yetkili devlet adamlarıyla barış arayışlarında bulunmasını istedi. Bu girişim istenen karşılığı görmedi. Ancak başkumandanlığın  ordunun tam olarak hazırlanması ve hedef şaşırtması için istenen zaman kazanıldığı gibi ordunun büyük bir taarruza niyeti olmadığına müttefikler inandırılmış oldu. Taarruz kararından önce Başkumandan ve Genel Kurmay başkanı son bir kontrol için cepheye giderek ordunun durumu bir kez daha gözden geçirmiş, düşman mevzileri incelenmiş ve kesin taarruza hazırlık kararı verilmiştir.

Atatürk; Büyük zaferden sonra yaptığı değerlendirmede; en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş, tespit edilmiş, hazırlanmış ve idare edilmiş ve neticelenmiş olan bu taarruzun hiçbir şekilde tesadüf olamayacağının altını çizmiştir. Değerlendirme sonunda Gazi Mustafa Kemal Atatürk büyük taarruz emrini nasıl verdiğini de şöyle açıklamıştır:

 

'20/21 Ağustos 1922 gecesi 1’inci ve 2’nci Ordu Komutanlarını da Cephe Karargâhına çağırdım. Genelkurmay Başkanı ile Cephe Komutanını da yanımda bulundurarak, taarruzun nasıl yapılacağını harita üzerinde kısa bir savaş oyunu şeklinde açıkladıktan sonra, Cephe Komutanı’na o gün vermiş olduğum emri tekrarladım. Komutanlar harekete geçtiler. Taarruzumuz, strateji ve aynı zamanda bir taktik baskın halinde yürütülecekti. Bunun gerçekleştirilebilmesi için de kuvvetlerin yığınak ve hazırlıklarının gizli kalmasına önem vermek gerekiyordu. Bu sebeple bütün yürüyüşler gece yapılacak, birlikler gündüzleri köylerde ve ağaçlıklar altında dinleneceklerdi. Taarruz bölgesinde, yolların düzeltilmesi v.b. çalışmalarla düşmanın dikkatini çekmemek için diğer bazı bölgelerde de benzeri yanıltıcı hareketlerde bulunulacaktı.24 Ağustos 1922’de karargâhımızı Akşehir’den, taarruz cephesi gerisindeki Şuhut kasabasına getirttik, 25 Ağustos 1922 sabahı da Şuhut’tan savaşı idare ettiğimiz Kocatepe’nin güneybatısındaki çadırlı ordugâha naklettik. 26 Ağustos sabahı Kocatepe’de hazır bulunuyorduk. Sabah saat 5.30’da topçu ateşimizle taarruz başladı.'

Kurtuluş savaşı falan olmadı diye yalanlarla milleti kandırmaya, bu büyük zaferi unutturmaya çalışanlar, keşke yunan kazansaydı fikrini savunanların yazdıklarımdan utanacaklarını zannetmiyorum. Ancak kanlarıyla bu toprakları vatan yapan aziz şehitlerimizin emanetinin uğradığı saldırıyı milliyetçiyim deyip te görmezden gelenlerin, onlarla kolkola yürüyenlerin sessizliğini anlamıyorum. Bu zaferin; Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün çok önem verdiği ve büyük bir emek harcayarak oluşturduğu "'iç cephede birlik'" sağlanması sonucu millet tarafından kazanıldığı unutulmuşa benziyor.

 

Türk milletinin savaş alanında elde ettiği başarıların altında yatan birlik ve beraberliğin önemini ortaya koyan manzarayı bu günlerde pekiştirmek yerine; vatanı düşman işgalinden kurtarmak için değil, rant yaratıp paylaşmak için seçimlerde oy kazanmak uğruna milleti kutuplaştırmak, kamplaştırmak, düşmanlaştırmak, dağıtmanın artık bir beka sorunu halini aldığını görelim artık. ABD’nin Afganistan, Suriye ve Irak ta yaptıkları, yine ABD’nin AB ile birlikte Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum kesiminin arkasında durarak, bize karşı şımartıp kışkırtmasını, Yunanistan’da NATO dışında kurulan askeri üsler, LOZAN’a rağmen silahlandırılan adalar ve Egeyi bir Yunan gölü haline getirme projesi, Lozan’da kaldığı düşünülen düşmanlıklarının sonlanmadığını, amaçlarına ulaşmak için uygun zemin ve zaman kolladıklarını aklımızdan çıkartmamak gerekiyor. Onun için iç cephede birlik ve beraberliği yok etmek yerine bir an önce daha da sağlamlaştırmak zorunda olduğumuza inanıyorum. Milli bayramları adeta unutturulmak istenircesine sadece mesaj yayımlayarak değil de, hak edildiği şekilde milletçe coşkuyla kutlanmasına öncülük ederek başlamaya ne dersiniz?

 

Atatürk; Büyük taarruzun hemen arkasından TBMM’yi bilgilendirmek için 4 Eylül 1922 tarihinde yaptığı konuşmada elde edilen zaferi kazananın adresini şöyle göstermiştir.

 

"Milletin mukadderatını doğrudan doğruya deruhde ederek yeis yerine ümit, perişanlık yerine intizam, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran Meclisimizin, civanmert ve kahraman ordularının başında bir asker sadakat ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı, bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memnuniyet içindeyim. Kalbim bu meserretle dolu olarak pek aziz ve muhterem arkadaşlarımı bütün dünyaya karşı temsil ettikleri hürriyet ve istiklal fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum"

Dikkat edilirse Atatürk elde edilen zaferi; Meclise, kurmay heyetine, erinden Genel Kurmay başkanına kadar Türk Ordusuna ve her türlü fedakarlığa katlanan Türk milletine mal etmiştir. Kendisine çıkarılan pay sadece görevini yapmaktan duyduğu mutluluktur.

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum