Reklamı Geç
çetintaş ticaret
Tekirdağ
29 Nisan, 2024, Pazartesi
  • DOLAR
    31.98
  • EURO
    34.67
  • ALTIN
    2225.8
  • BIST
    9111.5
  • BTC
    65855.908$

​​​​​​​RUHUNU ARAYAN İNSAN

20 Ocak 2019, Pazar 14:49

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; ruhunu kaybetmiş bir insan varmış. Ruh-i mücerred insan, kendini bulmak için saatlerce dere kenarında oturur, suyun şırıltısını dinler, önünde uzayan ovanın yeşilliği içinde kendini arar, göğün maviliğinde kaybolurdu.

Önce nerede olduğunu merak ederdi; evet, yanında başka insanlar da vardı, ailesi, arkadaşları ve diğer insanlar ve tanımadığı başka insanlar… Çok insan vardı ve her insan başka bir insandı. Hiçbiri birbirine benzemiyor, hepsinin ayrı derdi, ayrı bir mutluluğu, ayrı bir dünyası vardı.

Bu ruhunu arayan insan, eskinin bile eski zamanlarında yaşıyordu; top ve tüfeğin olmadığı, demirin değer kazanması için dövüldüğü, en değerli tahılın buğday olduğu zamanlarda…

Bir gün bu ruhunu kaybetmiş insan evden çıkıp yine dere kenarında düşünmeye, kendi içinde kaybolmaya giderken, dedesi onu yoldan çevirir. Daha önce biçilerek toplanan buğdayı değirmene götürmesi için torunundan yardım ister. Ruhunu arayan torun ilk başta bu teklife, daha doğrusu bu emre pek sıcak bakmasa da, dedesinin üstündeki kızgın gözlerine daha fazla karşı koyamayarak öküz arabasına atlar…

Çukur ve taşlarla dolu yolda hoplaya zıplaya, az gittiler, uz gittiler ve günün sonunda değirmene varabildiler. Değirmene vardıklarında, kendileri gibi yine başka insanların değirmene geldiğini ve sıra beklediğini gördüler. Aynı gün içinde dönmeleri imkansız olmuştu. Gece buğday çuvalları üstünde yatılacak ve yarın kendilerine sıra geldikten sonra buğdaylarını öğüttükten sonra geri döneceklerdi.

Gecenin karanlığı çökmüş, değirmendeki insanların her biri buğday çuvalların yanında oturmuş, birileri uyumuş, birileri ne yaptığını bilmez halde öylece duruyordu.

“Niçin?”

İnsanlar, mücadele ediyorlardı. Yaşamak için ekmeklerinin peşindeydiler. Tutundukları hayatları, geçmişleri, soylarını devam ettirecek çocukları için yaşıyorlardı. Niçin yaşıyorlardı? Yaşamak için. Onca mücadele, onca zahmet niçin? Dedem kaç yaşında acaba, 70… Bilemedim 80… Hala yaşıyor ve hala mücadele ediyor? Sadece dedem mi? buradakilerin çoğu dedemin yaşında! Bunları amacı ne? Bunun bir açıklaması olmalı!

Ruhunu arayan insan, değirmenin önündeki kütüğün üstünde oturmuş, gecenin karanlığı için parlayan küçük yıldızlara bakarak bunları düşünüyordu. Arkadan kendini hissettirmek istemeyen bir ürkeklikte ayak sesi geliyordu. Ruhunu arayan insan bunu hissediyordu ama nedense kim olduğunu merak etmiyordu. Hemen arkasından gelen ayak sesinin sahibi hiçbir şey söylemeden ruhunu arayan insanın yanında oturdu.

Artık bakmak gerekiyordu. Ruh-i mücerred insan kafasını hafifçe yana çevirdiğinde daha önce hiç görmediği sarılıkta, altın rengine benzeyen saçların içinde parlayan mavi gözlü, yüzü yanmış genç bir kızla karşı karşıya geldi. Bir süre kızın yüzüne baktı. Hiçbir şey diyemedi ve yüzünü yine karanlığa çevirdi.

Yüzü yanmış, mavi gözlü kız, elini ruhunu arayan insanın elinin üstüne koydu. Elinin üstündeki sıcaklığı ve hissetme duygusunu hisseden o genç birden yere yığıldı…

***

Mavi gözlü kız ile o insan sokak arasında, bir çöp konteynırın yanında buldular kendilerini. Sessiz bir ortamdan, aşırı gürültülü bir yere gelmişlerdi. Kulakları tırmalayan gürültünün içinde birbirlerine baktılar. Mavi gözlü kızın yüzünde bu sefer yanık izleri yoktu ama yanık izi anlam veremediği başka bir renkle örtülmüştü.

“Neredeyiz?”

Bulundukları sokakta insanlar hızlı adımlarla yürüyorlardı. Yanlarından geçen bazı insanlar önlerine üstünde anlam veremedikleri simgeler olan daire biçiminde küçük demir parçaları atıyorlardı.

“Bu ne?”

Mavi gözlü kız ayağa kalktı, o insanın elini de tutarak ayağa kaldırdı. Karşıdan öküz arabasına benzeyen ama öküz arabası olmayan dört tekerlekli bir araba geliyordu.

“Hani öküz nerede?”

Yürümeye başladılar, artık daha dikkatli bakıyordu etrafına. İnsanların daracık elbiseleri ve farklı farklı saç şekilleri dikkatini çekiyordu. Çoğu insanın elinde dikdörtgen şeklinde ve parlayan bir alet vardı ve insanlar sürekli bu alete bakıyordu.

“Bunlar nereye bakıyor?”

Karınları çok acıkmıştı. Mavi gözlü kız, ruhunu arayan insanı girişinde ‘A’, ‘V’, ‘M’ şeklindeki büyük harfle yazılmış bir yere soktu. Ruhunu arayan insan ilk başta bir değirmen sandı fakat sandığıyla kaldı. Dışarıdaki insanlardan daha çok içeride insan varmış. Bu insanlar ise yine ellerinde dik dörtgen şeklindeki bir aletle dükkanları teker teker dolaşıyor, ellerinde farklı renklerde çantalarla bir yerden çıkıp başka bir yere giriyordular. İnsanlar mutlu gibiydi ama mutlu değillerdi. Herkesin yüzünde bir gerginlik, bir korku vardı. Herhangi bir eylem içindeydiler fakat nasıl bir eylem içinde olduklarının farkında değillerdi. Sanki hepsinin dedesi, aynı emri vermiş gibi aynı hareketlerde bulunuyor, aynı şekilde gülüyor, aynı şeklide giyiniyor ve aynı şekilde yiyorlardı.

“Neredeyim?”

Ruhunu arayan insan, ağzı açık ve şaşkın bir şekilde etrafına bakınırken mavi gözlü kızla göz göze geldi.

“Tamam”

Mavi gözlü kız ellerini ruhunu arayan insanın elinin üstüne koydu. Hissetti…

***

Ruhunu arayan insan gözlerini açtığında dedesinin buğday çuvallarını sırtladığını gördü. Kendilerine sıra gelmişti. Aklı rüya ile gerçeklik arasında gördüğü görüntülerle doluydu. Gözleri mavi gözlü kızı aradı ama yoktu. Ayağa kalktı değirmenin önünü, arkasını, her yerini aramaya koyuldu. Mavi yüzlü kız yoktu. Dedesinin yanına geldiğinde, dedesinin daha önce kızgın bakış zannettiği bakışlarına yakalandı. Anladı ki, bu bakışlar kızgınlık değil, şefkatli bakışlarmış. Yüzüne bir gülümseme geldi.

“Buldum!”

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum